İnsan neden yazmak ister?
Bu soruyu Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü’ne gelen tüm arkadaşlarıma soruyorum. Hepsinden çok farklı cevaplar aldığımı söylemeliyim. Hayatına bir anlam katmak için yazmayı düşünenler, yazmayı ruhun arınma biçimi olarak görünler, yazmanın kişiyi şöhrete uğraştıracağını sananlar ve yazarak hayatına yeni bir yön vermek isteyenler. Birçok cevabı peş peşe sıralayabilirim.
İnsanların yazmak ile kurdukları ilişki oldukça öznel. Bu da çok normal. Eğer profesyonel bir yazar değilseniz böyle devam etmesinde de bir sakınca yok. Ama profesyonelleşmeye başladığınızda ister istemez sektörün gerçekleriyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu hemen hemen her meslekte olduğu gibi yazarlıkta da böyle, ama bu başka bir yazının konusu…
Konumuza dönüp aynı soru üzerinden devam edebiliriz. İnsan neden yazmak ister?
Bu soruyu sadece öğrencilere sormuyorum. Her gün defalarca kendime de soruyorum. Bir sürü cevap buluyorum ve her bulduğum cevabın doğruluğunu kabul ediyorum: Bir ifade biçimidir yazmak, bir ölümsüzlük arayışı, bilinç altına itibar beklemek… Ya da bir şekilde elde edilmiş bir meslek…
Bu kadar öznel cevapları olan bir sorudan tek bir doğru çıkarmak neredeyse imkânsız. Öğrenci arkadaşlarımın, yazar arkadaşlarımın ve benim verdiğim tüm cevapları doğru olarak kabul edebilirsiniz. Ve hatta sizin bu satırları okurken verdiğiniz cevaplar da doğrudur?
Sanırım bu soruya en iyi yanıtı Margueritte Duras verecektir. Duras, insanın neden yazdığını ve nasıl olup da yazamadığını hiçbir zaman bilemeyeceğini söyler… Neden yazdığına dair bir fikri olmasa da yazmasaydı hayatının nasıl olacağını dair bir fikri vardır. Yazmak adıyla Türkçe’ye çevrilen kitabında şöyle der; “Yazmamış olsaydım, sağaltılmaz bir alkol bağımlısı olurdum.” Bu o kadar kötü bir şey değil gibi ama şöyle devam ediyor; “Yazmak hayatımızda birçok şeyi değiştirir.”
En azından benim değiştirdi ve kalemi eline aldıktan sonra tüm hayatı baştan sonra değişmiş birçok insan tanıyorum.
Yazmak öncelikli olarak dille kurduğumuz ilişkiyi değiştirir. Kelimeler başka anlamlar kazınıyor. Sıradanlıktan uzaklaşırlar ve yazan kişi kısa bir zaman sonra sözcükleri üzerinde hakimiyet kurmaya başlar. Günlük dil karşısında edilgen insanlarız hepimiz. Düşüncelerimizi dil belirler. Bildiğimiz kelimeler kadar yaşar, kullanmadığımız kelimeler kadar özgür düşünebiliriz. Daha fazlası imkansızdır. Ama bir dile hâkim olmak yaşamı ve düşünceyi de kontrol altına almak demektir. Bu da hayatın kontrolüdür.
Kendi hayatınızı kontrol ederseniz kendi hayatınızın da kahramanı olursunuz.
Örneğin ben bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldim. Ailemin istediği okula gittim, babam elektrikçi olamadığı için lise tercihim elektrik bölümüydü. Daha sonra babamın kasasında oturacağı bir elektrikçi açmam bekleniyordu. Ailemin benden beklediği mucize bu olacaktı. O yüzden yaşadığım kasabada bir elektrikçi kalfası olmuştum. Ustalığıma az vardı…
Geriye dönelim, efsanelerde kahramanlar mucizeyi gerçekleştirip yaşamın seyrini değiştirir, ama gerçekte ise kahramanlık mucizeye sırtını dönmektir. Ben bunu yazarak yaptım ben… Doğduğum gün bana sunulan hayatı ve gerçekleştirmem gereken ödevleri yok saydım.
Kendi gerçeğimin peşinden gittim. Yani yazının peşinden…
Yazmak insanı tüm bunları sağlar…
Ve kahraman olmak için yazabilirsiniz…
1977 yılında Lüleburgaz’da dünyaya geldi. 1998 yılında Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü’ne girdi. MSM’de öğrenciliği sırasında MSM Gazetesi’ni kurdu. Daha sonra gazetenin devam etmesi için çalıştı. MSM’den mezun olmadan, 2002 yılının kasım ayında ilk kitabı Sayıklamalar yayımlandı.
Virgül ve Bant gibi dergiler başta olmak üzere birçok yayın organında sinema, edebiyat, müzik, tiyatro ve Beşiktaş üzerine eleştiriler yazan Ferhat Uludere günlük gazetelerde yer alan Bir Heves Bir Kalas adlı köşesinde tiyatro eleştirileri, Bi’şey adlı köşesinde ise kültür sanat gündemine ilişkin yazılar yazdı.