Alp Met |
Kendini Yöneten, Dünyayı Yönetir
1516 yılında Thomas More, ideal bir toplum hayalini kaleme alırken ironik bir şekilde “Utopia” adını koymuştu: “Hiçbir yer.”
Bu hayal, Platon’un Devlet’inden More’un Ütopya’sına, Marx’ın sınıfsız toplum arzusundan günümüz dijital demokrasilerine kadar insanlığın bir sorusunu yansıtır:
“Nasıl bir düzen içinde yaşamalıyız?”
Ama belki de asıl soru hiçbir zaman bu değildi.
Asıl soru, hep şu olmalıydı:
“O düzeni taşıyacak insan kimdir?”
Bugün geldiğimiz noktada demokrasiler tıkanıyor, şirketler tükenmiş çalışanlarla yol almaya çalışıyor, aileler kendi çocuklarına rehber olamıyor. Eğitim sistemleri her yıl milyonlarca kişiyi mezun ediyor ama gerçek hayata hazırlayamıyor.
Çünkü sorunu sistemle çözmeye çalışıyoruz.
Oysa sistem, içindeki insan kadar güçlüdür.
Ve insan, ancak kendini tanıyabildiği ölçüde bir düzenin taşıyıcısı olabilir.
Kendini yöneten, dünyayı yönetir.
Birlikte Büyümeyen, Birlikte Batıyor
Modern dünyada üç büyük ilişki biçimi eşzamanlı olarak kriz yaşıyor:
1. Devlet ve yurttaş
2. Yönetici ve çalışan
3. Ebeveyn ve çocuk
Bu üç ilişki biçiminin tamamında benzer bir kırılma var:
Karar vereni hazırladık, ama karar alacak olanı geliştirmedik.
Özgürlük sunduk ama sorumluluğu içselleştiremedik.
Yetki verdik ama inisiyatifin ağırlığını taşıyacak içsel gücü inşa edemedik.
Ve sonunda, yönetenler her yerde aynı duvarla karşılaştı: Yetişmemiş birey.
Paternalizmin Sonu: Niyet İyiydi, Yöntem Eksikti
Devletler, şirketler ve aileler uzun yıllar paternalist yöntemlerle ilerledi.
“Senin iyiliğin için ben karar vereyim.”
Bu, kısa vadede işe yaradı.
Düzen kuruldu, başarı sağlandı, zarar minimize edildi.
Ama uzun vadede tek bir sonuç doğurdu: Karar veremeyen bireyler. Paternalist eğitim sistemleri ezberleyen ama düşünemeyen öğrenciler yetiştirdi.
Paternalist ebeveynlik, korunan ama gelişemeyen çocuklar doğurdu.
Paternalist yönetim anlayışı ise pasifize edilmiş, inisiyatif almaktan ürken çalışanlar ortaya çıkardı.
Ve en tehlikelisi:
Kendini yetişkin sanan ama ruhsal olarak ergen kalan kalabalıklar.
Demokrasi Yeterli Değil, Yetişkinlik Gerek
Bugün demokrasiye güven zayıflıyor.
Ama aslında sorun demokraside değil.
Yetişkin yurttaşlık kültürünün gelişmemesinde.
Demokrasi, halkı sadece temsil etmez; halkın aynasıdır.
Eğer seçilenler zayıfsa, yönetenler otoriterse, kararlar irrasyonelse, sorun sistemde değil — o sistemi yaşatan bireylerin dayanıklılığında.
Bağışıklık Sistemi Gibi Toplum
Burada devreye güçlü bir metafor giriyor:
Bağışıklık sistemi.
Modern sistemler bugüne kadar hastalıkları tedavi etmeye çalıştı.
Ama artık bireyin bağışıklığını güçlendirmeye ihtiyacımız var.
Yani:
• Sorun çözmek yerine düşünme becerisi kazandırmak • Bilgi aktarmak yerine farkındalık yaratmak • Korumak yerine dayanıklılığı inşa etmek
Tıpkı bağışıklık sistemi gibi:
• Vücuda zarar verecek her şeyi yok etmez.
• Onun yerine, vücuda mücadele etmeyi öğretir.
• Bazen zayıf noktaları fark eder, oraya takviye gönderir.
• Bazen hatırlar, bağışıklık hafızası oluşturur.
Toplum da böyle çalışmalı.
Liderler, öğretmenler, ebeveynler artık sadece yön göstermekle yetinmemeli.
Karşısındakine kendini keşfetme alanı tanımalı.
Kurumsal Hayatta Bağışıklık: Dar Koridorda Liderlik
Şirketler de benzer bir açmazda:
• Mikro yönetimle pasifleştirilmiş ekipler • Karar almaktan korkan profesyoneller • Kendi fikrine yabancılaşmış yöneticiler
İyi lider, bağışıklık sistemini taklit eder:
Fazla müdahale etmez, ama zayıf noktayı görür.
Sorumluluk verir, ama çöküşe göz yummaz.
Hatanın sonuçlarını yaşatır, ama yalnız bırakmaz.
Sorunu çözmez, çözüm ürettirir.
Çünkü iyi liderlik, güçlü ekip değil, gelişen bireyler yaratır.
Ve gelişim, dışsal ödülle değil, içsel farkındalıkla mümkündür.
Ebeveynlikte Bağışıklık: Çocuğa Karar Hakkı Değil, Karar Taşıma Gücü
Bugünün çocukları, başarılı ama mutsuz.
Çünkü sistem onlara sınav kazandırdı ama hayat becerisi veremedi.
Ebeveynler her şeyi organize etti, ama çocuklarının karar alma kaslarını geliştirmedi.
Sonuç:
Aşırı korunan ama duygusal olarak zayıf bir kuşak.
Oysa iyi ebeveyn, sadece rehber değil, aynadır.
Çocuğa kim olduğunu gösteren, güçlü ve zayıf yanlarını fark ettiren bir yol arkadaşı.
Tıpkı doğada kendini güçlendiren canlılar gibi, çocuk da yaşamla karşılaşmadan büyüyemez.
Farkındalık: Bağışıklığın Kalbinde Yatan Güç
Bağışıklık sadece dışarıdan gelen saldırılara karşı değil, içerideki zayıflıkların farkında olmakla da gelişir.
Aynı şekilde, gerçek liderlik, gerçek ebeveynlik, gerçek vatandaşlık da:
• Kendini tanımayı
• Güçlü yanlarını sahiplenmeyi
• Zayıflıklarını inkâr etmeden kabul etmeyi • Kendi kararlarının sonuçlarına sahip çıkmayı gerektirir
Güçlü yanlarını bilen kişi etkili olabilir.
Ama zayıf yanlarını bilen kişi güvenilirdir.
Ve kendini tanıyan kişi, yalnızca sistemin değil, kendi varoluşunun lideri olur.
Son Söz: Kendini Yöneten, Dünyayı Yönetir
Bugün yeni anayasalardan önce,
yeni eğitim reformlarından önce,
yeni yönetim yaklaşımlarından önce,
yeni bir sistem değil —
yeni bir birey modeli inşa etmeliyiz.
Çünkü:
Yönettikleriniz, sizin bağışıklık sisteminizdir.
Güçlülerse sizin eserinizi taşırlar.
Zayıflarsa aynada kendinize bakmalısınız.
Siyasetçiyseniz seçmeniniz,
liderseniz ekibiniz,
ebeveynseniz çocuğunuz,
sizden öğrenerek değil, sizde gördüğüyle büyür.
O yüzden:
Kendini yönetmeyen, dünyayı da yönetemez.
Ama kendini tanıyan, taşıyabileceği her şeyi dönüştürebilir !
Alp Met, 30 yılın üzerindeki profesyonel kariyer yaşamında; Koç Topluluğu ve Turkcell Grubu’nda başta satış olmak üzere, pazarlama, kurumsal iletişim ve müşteri hizmetleri alanlarında orta ve üst düzey yöneticilikler yapmıştır.
Met, Profesyonel kariyerinin yanısıra;2016 yılından bu yana kendisinin geliştirmiş olduğu TED konuşmaları, nöro marketing ve hikâye anlatımı prensipleri üzerine yapılandırılmış “Hikâye Anlatıcılığı ile İkna Edici Sunum Atölyesi” eğitim programını gerçekleştirmektedir.